Merakla bilet aldığınız, özene bezene hazırlanıp gittiğiniz bir tiyatro oyununda bile gözleriniz kayıyor, başınız arkaya doğru kaykılıyor, daha fenası horlamaya başlıyorsanız… İlk haber kötü: Oyuncular sizi fark ediyor. İyi haber şu: Üzülseler de sizi ayıplamıyorlar. Uzmanından çözüm önerisi ise oyundan önce siesta yapmak…
Ben bir tiyatro eleştirmeniyim. 2011’den beri, pandemi kesintisini çıkarırsak, haftada bir, bazen birden fazla akşamımı tiyatro oyunu izlemeye ayırıyorum. Ve evet, sık oyun izleyen herkes gibi ben de ‘çok uzun ve kötü oyunla’ karşılaşmaktan korkarım. Ama en büyük korkum bu değil, asıl kâbusum bir oyunda içimin geçmesi… Tamam, adlı adınca yazıyorum, uyumak!
Tahmin ederim ki ışıklar kararıp ortam sessizleşince, hele de sahnedeki ağır akan bir oyunsa koltuğunda dalıp gitmek; sadece benim gibi meslek icabı oyun izleyenlerin değil, pek çok seyircinin korkulu rüyasıdır. Hem kim ister ki sorup soruşturup seçtiği, bilet aldığı, belki çok sevdiği oyuncuları canlı canlı izleyeceği, özene bezene hazırlanıp gittiği bir performansta sızıp kalmayı? Daha da fenası horlamayı…
Seyirciler olarak böyle anlarda yaşadığımız mahcubiyet duygusu malumumuz. Yanımızdakinin dürtmesiyle ya da kendi kendimize ayılıp şöyle bir silkindikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi oyuna devam ederken bünyeyi bir süre daha işgal eden o bildik duygu. Peki sahnedekiler karşısında uyuyan seyirci görünce ne hisseder? Evet, üzgünüm ama oyuncular, özellikle salonun da aydınlık olduğu oyunlarda, uyuyan seyirciyi görüyor!
Güzel haberi önden vereyim; merakımı gidermek üzere görüştüğüm tiyatro oyuncusu ve yönetmenlerin çoğu bu duruma o kadar da takılmıyor. Uyuyan seyirciye odaklanıp onu ayıltmak için doğaçlama yapan, fazladan çaba sarf eden de var, “Eskiden kızardım ama şimdi ‘Ohh, ne güzel uyuyor’ diyorum” diyen de…
Uzman anlatıyor
‘Tavuk tipi’ seyircinin oyunda uyanık kalması zor
“İnsanı neden en merakla gittiği oyunda bile bazen uyku bastırır ve o daracık alanda sızarız?” diye sorduğum, nöroloji ve uyku bozuklukları uzmanı Prof. Dr. Hakan Kaynak, kişilerin uykuya eğilimli saatleri arasındaki farklara ve uyku konusundaki ‘tiplerimize’ dikkat çekiyor:
“Bazı insanlarda uykunun gelme saatleri daha ön plandadır. Mesela ben tavuk tipiyimdir; çok erken uykum gelir, sabahları çok erken kalkarım, benim tiyatroda uyanık kalmam zordur. Sahnedeki işe çok motive olmam lazım ki biyolojimin getirdiği uyku isteğini yenebileyim… Tiyatro oyuncuları içinde hiç tavuk tipi yoktur. Onlar genellikle baykuş tipleridir; geceleri severler. ‘Sabah çık oyun oyna’ dense oynayamazlar. Tiyatroya gelmiş bir tavuğu tiyatrocunun garipsemesi çok normaldir, onu anlayabilmesi kolay değildir.”
Tiyatroda uyku bastırmasının sebepleri olarak uyku hastalıkları, uyku yapısı, önceki gece uykusunu almamış olmayı sayan Kaynak, “Toplum olarak son zamanlarda çok fazla uyku yoksunu halde yaşıyoruz. Sosyal hayatımız ve iş nedeniyle sürekli uykumuzdan kesinti yapıyoruz. Bu da doğal olarak ertesi güne yansıyor” diyor.
Çözüm önerisi: Siesta
Prof. Dr. Hakan Kaynak özellikle ‘tavuk tipinde’ olanlara, oyuna gidecekleri gün kısa bir siesta öneriyor:
* İnsanın uykuya eğilimli, bir de uyanıklığa eğilimli saatleri vardır. Gündüz 11’de ya da 12’de bir oyun izlerse, kimse uyumaz. Akşam 6’da bir oyun olsa, onda da kimse uyumaz. Çünkü bu saatler, hepimiz için uyanıklığın en bariz olduğu saatlerdir. Ama akşam 9’dan itibaren herkes biyolojik saati itibariyle uykuya eğilimlidir.
* Toplumda en az yüzde 4 civarında uyku apneli hasta var. 40 yaş üstünde neredeyse dört-beş kişiden birinde uyku apnesi vardır. Bu kişileri akşam saatlerinde uykuya elverişli bir yer bulduklarında uyuklayabilir. İlgisini çekmeyen bir oyun olabilir, istemeden gitmiş olabilir vs. O zaman doğal olarak uyurlar. Bu kişiler araba kullanırken de uyur, evde televizyon seyrederken de… Tiyatroya gitmemeleri lazım ama gittiklerinde de uyurlar.
* Toplumda en az yüzde 3-5 civarında huzursuz bacak sendromuna sahip insan var. Huzursuz bacak sendromu, uykunun geldiği saatlerde ortaya çıkar. Akşamları ve otururken başlar. En kötüsü de hareketin sınırlı olduğu yerlerde… Tiyatroda sıkışık bir koltukta, dar bir alandaysa, rahat hareket edemiyorsa hele bir de şık olmak için kendini cendereye alan rahatsız bir elbise giydiyse, birazcık da uykusu geldiyse ‘huzursuz bacak’ için tiyatro mükemmel bir ortamdır. Huzursuz bacak sendromu olup da tiyatroda, sinemada, uçakta tutmayan yoktur.
* Ben akşam tiyatroya gideceksem mutlaka gündüz uyurum. Eğer yerimi sıra başı almadıysam, ki yüzde 100 sıra başı alırım, o zaman huzursuz bacak sendromum çok artar. Huzursuz bacak sendromu olan belki uyumaz ama oyuncuyu ve etrafındakileri fazlasıyla rahatsız eder. Bir hastam, bileti grup olarak aldıkları bir operada naylon çorabını çıkaracak kadar daralmıştı.
* Huzursuz bacak sendromu olanlar için tiyatroya rahat kıyafetlerle gitmek bir çözüm olabilir. Bu hastalıkların özel tedavileri var, o kişinin tiyatroya zaten ilacını alıp gitmesi lazım. Ama tedavi olacak kadar kötü durumda değilse, bu durum sadece tiyatroda oluyorsa ya da uyku apnesi arada bir oluyorsa o zaman daha geçici önlemler alınabilir. Bütün insanlar için önerilir: Siesta yapmak. Siesta yaptığınız zaman akşamı çok iyi geçirirsiniz, verimli olursunuz. Özellikle tavuk yapısında olanlar için iyi olur bu. Çok uzun değil, 10 dakikalık bir siesta bunun için idealdir.
Tiyatrocular anlatıyor
“Uyuyan seyirciye laf atıp uyandırırdım.”
Ali Düşenkalkar, oyuncu-yönetmen: Üsküdar Tekel Sahnesi’nde ‘Anita’nın Aşkı ya da Antigone New York’ta’ adlı oyunu oynuyorduk. Ben polisi oynuyordum ve oyunun başında seyirciyi tek tek içeri alıyordum. Seyirci oturduktan sonra da sahnenin ön kısmında olurdum. Bir akşam yerimi aldım, takip ışığı beni bulurken salon ışıkları gitmeye başladı ki ön sırada bir beyefendinin kafasının düştüğünü gördüm. Daha oyun başlamamıştı! Demek ki çok yorgundu; İstanbul trafiği mi dersin, dertler mi dersin, adam düşmüş, kafası aşağıda… Dinlemiyor da beni. Ben de rolüm gereği seyirciye laf atarak serbest dolaşıyordum. Uyuyan seyirci görmek oyuncuya bir tedirginlik verir. Seyirciye çaktırmadan laflarımdan birini o beyefendiye attım, seyirci cevabı ondan bekleyecek. Herkes ona doğru baktı, ben de onun üstüne doğru yürüdüm, hedefe geldi ve adamcağız birdenbire ürküp irkilircesine kafasını kaldırıp derin bir nefes aldı. Ben de “Size soruyorum” dedim. Uyandırdım adamı yani!
20 dakikada bir salonun değişik yerlerinden çıkarak konuşuyordum. Yine laf attığım birkaç şey vardı, onu devamlılığa getirdim, o beyefendiyi biraz hedef aldım. O da çok eğlendi benimle. Tatlı bir oyun oldu.
Genelde uyuyan seyirciyi rahatsız etmem ama enteresan şeyler de oluyor böyle… Uyuyan seyircimiz olur hep… Tatlı tatlı uyurlar, horuldamadıkları sürece sorun yok. O horlama da insanlık hali tabii, yapacak bir şey yok. Özellikle AKM Büyük Salon’a yoksul seyircilerimiz, ısınmaya gelirdi. Koltukta içi geçer, uyurlardı…
“Horlama, alkış sesine kadar sürdü!”
Murat Mahmutyazıcıoğlu, yazar-yönetmen: 2012’de Studio 4 İstanbul’un ‘Olmamış mı’ diye bir oyununda oynuyorduk. Performans odaklı bir oyundu, sahnede canımızı veriyoruz! İstanbul Tiyatro Festivali’ndeki prömiyer oyunundayız, Salon İKSV’de… Oyunun sonunda her oyuncunun kendi anısını anlattığı ve projeksiyondan gösterilen bir bölüm var. O esnada biz oyuncular da sahnede dans ediyoruz vs. Ve bu bölüm 20 dakika sürüyor. O esnada bir horlama sesi duyduk; ses oyunun sonuna, alkışa kadar sürdü… O inleme performansın bir parçası haline geldi. Sahnedeyken sadece bir erkeğin horlama sesiydi duyduğumuz, sonra anladık ki uyuyan seyirci bir hocamızmış. Bir şeyi sevmediği zaman da uyuyormuş gibi yapardı bazen kendisi.
O sahnede kendimizi bırakıp transa geçmemiz gerekiyordu. Horlamayı duyunca “Allah’ım ne yapıyorum ben şu anda, niye buradayım” diye utanmıştım kendi adıma. Çünkü o oyunda yaptığımız şeye tutunmak için elimizden geleni yapmıştık ve daha ilk oyunda horlama gelince ‘Hay Allah ya!’ oluyorsun.
İlk zamanlar kızıyordum uyuklayan seyirciye çünkü oyuncu görür onu ve çok kötü olur. Şimdi yönettiğim oyunlarda uyuyan seyirciye denk gelirsem, seyirciyi uyutan şeyin peşine düşüp anlamaya, çözmeye çalışıyorum.
“Replik at, at, at… uyanmadı!”
Melis Öz, oyuncu: Kadıköy Emek Sahnesi’nde ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’i oynuyoruz. En önde bir erkek seyirci uyuyor… Seyirciye bakarak, onlara anlatarak oynadığımız bir oyundu. Uyuyan seyirciye doğru replik at, at, at! Enerjini oraya ulaştırmaya çalışıyorsun, uyansın diye. Yok da sayamıyorsun… Kadıköy Emek’in ışıkları da en öndeki seyirciyi alenen aydınlatır, işte o aydınlıkta uyuyordu. Uyuyan seyirciyle karşılaşınca konsantrasyonumda bir sorun olmuyor ama uyandırma ihtiyacı duyuyorum. Uyandıramadıysam da “Ne yapalım artık” deyip devam ediyorum, o tepkiyi de oyunun içine katarak “Bu böyleymiş, ben size anlatayım” gibi bir şeye dönüştürüyorum. Bir üzüntü oluyor tabii, ‘Enerjimiz mi çok düşük, kötü mü oynuyoruz, salon çok mu sıcak’ gibi bir sürü şey geçiyor aklından.
“Eskiden öfkelenirdim, şimdi ‘Ohh, ne güzel uyuyor’ diyorum.”
Tilbe Saran, oyuncu: Hangi oyundu hatırlamıyorum ama ön sıralarda mışıl mışıl uyuyan bir bey görmüştüm! Hatta farklı oyunlarda denk geldiğim olmuştur. İnsan telaşa kapılıyor, hatta öfkeleniyor… Ama şimdi görsem derim ki “Ohh, ne güzel rahatlamış, uyuyor!”
“Ne yapsam da uyandırsam?”
Gülhan Kadim, oyuncu: İlk refleks olarak insan uyandırmak istiyor o seyirciyi. ‘Ne yapsam da uyandırsam, az daha yüksek sesle mi konuşsam, uyuduğunu başka gören var mı, oyun kötü mü gidiyor ya, uyuyacaksan en öne oturmasaydın keşke, neyse ya ben oyuna odaklanayım’ şeklinde bir süreç yaşıyordum. Şimdi çok takılmıyorum. Bir de artık maskeyle seyretmek de uyku hali yapabiliyor.
“O kadar emek harcayıp gelmiş, güle güle uyusun…”
Özen Yula, yazar-yönetmen: Uyuyanlara eskiden “Keşke yorgun argın tiyatroya gelmeseler” diye hayıflanırdım. Sonra ben de antibiyotik ve başka ilaçlar kullandığım için bazı oyunlarda uyuyunca bunun tamamen fiziksel koşullardan ve yorgunluktan kaynaklandığını anladım. Bazen de tabii sıkıntıdan… Oyunla uyuşmadıysak ne yapalım! O kadar emek harcayıp gelmişler, güle güle uyusunlar.