14 Şubat Sevgililer Günü’nün önemine binaen yüzyıllardır sorulan soruyla bir kere daha karşınızdayız. Aşk nedir, nasıl olunur, bir hastalık mıdır yoksa tamamen sağlıklı olma hali midir, âşıkların beyni nasıl işler? Hem düz hem de çok virajlı bu yolda beraber yürüyelim.
Hemen şimdi, size çekici gelen birini gördüğünüz anı düşünün. Belki konuşurken kekelediniz, belki birden sıcak bastı ve yanaklarınız kızardı, belki sizi aptal gibi gösterecek bir şey söylediniz hatta belki etkileyici görüneyim derken ayağınızı burktunuz veya bir yere çarptınız… Tüm bu istenmedik şeyler olurken büyük ihtimalle kalbiniz küt küt atıyordu. Yüzyıllar boyunca sevgi ve aşk başta olmak üzere birçok duygunun çıktığı ve beslendiği yerin kalp olduğunu düşünür, sözlerimize böyle yansıtırız ama elimizdeki verilere göre aslında aşk tamamen beyinle ilgili. Şöyle özetlemek mümkün: Her şeyin başlayıp bittiği yer beyin ve kendisi vücudumuzun geri kalanını bir güzel kontrolden çıkarıyor!
O büyülü üçgen: Şehvet, cazibe ve bağlılık
ABD’li biyolojik antropoloji uzmanı Dr. Helen Fisher’a göre romantik aşkı üç kategoriye ayırmak mümkün: Şehvet, cazibe ve bağlılık. Dr. Fisher ayrıca bu kategorilerin her birinin bir hormon grubuyla tanımlanabildiğini belirtiyor. Testosteron ve östrojen şehveti harekete geçiriyor; dopamin, noradrenalin ve serotonin çekiciliği artırıyor; oksitosin ve vazopressin bağlanmayı teşvik ediyor.
Şehvet, cinsel tatmin arzusu tarafından yönlendirilen bir dürtü. Evrimsel temeli ise tüm canlıların ortak ihtiyacı olan üreme motivasyonu. Organizmalar genlerini bu yolla aktararak türlerinin devamını sağlıyor. Beynin hipotalamus bölgesi bu operasyonda baş aktör; testis ve yumurtalıklardan seks hormonları olan testosteron ve östrojen üretimini uyarıyor. Genellikle testosteron ‘erkek’ ve östrojen ‘dişi’ olarak kalıplaşmış olsa da, aslında her ikisi de hem kadında hem de erkekte rol oynuyor.
Çekicilik ve şehvet arasındaki bağı sarsılmaz sansak da aslında birbirlerinden bağımsız da çalışabiliyorlar; biri olmadan diğeri olabiliyor. Cazibe, beyinde ödül davranışını kontrol eden bölgeleri uyarıyor. İlişkilerin ilk dönemlerinin neden son derece heyecanlı olduğunu artık daha iyi anlayabilirsiniz. Hipotalamus tarafından üretilen dopamin, iyi hissettiren şeyler yaptığımızda salınıyor. Sevdiklerimizle vakit geçirmek ya da seks gibi. Bu çekim sırasında yüksek düzeyde dopamin ve stresli olduğumuzda yükselişe geçip bizi uyanık tutan, ‘savaş ya da kaç’ tepkisini harekete geçiren noradrenalin salınıyor.
Aşk bir ödül!
Bu kimyasallar bizi biraz sersemletiyor, aynı zamanda enerjik ve coşkulu yapıyor; hatta iştah azalmasına ve uykusuzluğa yol açıyor. Şimdi yemek yiyemediğinizde veya sabahlara kadar uyuyamadığınızda insanların size niye “Âşık mısın sen?” diye sorduğunu anlıyor musunuz? Ayrıca âşık insanların beyin taramalarının ortaya koyduğu bir durum daha var: Yoğun ilgi duydukları birinin fotoğrafını görünce bu kişilerin beyinlerindeki ventral tegmental bölge ve kaudat çekirdeği gibi birincil ödül merkezleri hızla harekete geçiyor.
Şehvet ve cazibe karşılığını romantik ilişkilerde bulsa da bağlanma sadece aşkta değil yaşamımızın genelinde baskın bir faktör. Kişilerin ebeveynine, çocuğuna, akrabalarına, arkadaşlarına, sosyal ilişkilerine ve diğer birçok yakınlığa aracılık ediyor.
Buradaki iki ana hormon, başta da bahsettiğimiz oksitosin ve vazopressin. Oksitosin genellikle ‘sarılma hormonu’ olarak biliniyor, tıpkı dopamin gibi hipotalamus tarafından üretiliyor ve seks, emzirme ve doğum sırasında büyük miktarda salınıyor. Evet, bildiniz; saydığımız olaylar ‘bağ kurmak’ eyleminin öncüleri.
Aşk bir ceza!
Şimdiye kadar pembe bir tablo çizdik. Ama hepimizin bildiği gibi aşk bundan ibaret değil. İşin içinde kıskançlık, düzensiz davranışlar ve mantıksızlıkla birlikte hiç de olumlu olmayan bir dizi duygu ve ruh hali de bulunuyor. Üstelik tüm bu olumsuz yönlerden de demin öve öve bitiremediğimiz hormon grubu sorumlu.
Örneğin beynin ödül yolunun çoğunluğundan sorumlu dopamin, hem iyiyi hem de kötüyü kontrol ediyor. Hem erdemlerimiz hem de kusurlarımız söz konusu olduğunda dopamin dalgalanmaları yaşıyoruz. Hele mesele bağımlılıksa iş iyice çığırından çıkıyor. Havada cazibe kokusu varken harekete geçen bölgelerin aynısı, uyuşturucu bağımlıları madde kullandığında ve aşırı derecede tatlı yendiğinde de işlemeye başlıyor. Yani bir bakıma, çekicilik başka bir insana bağımlılık gibi bir durum. Benzer şekilde, sevgililerimize/eşlerimize duygusal açıdan bağımlı hale geldiğimizde olduğu gibi para, eşya, kariyer gibi maddi değerlere bağımlı hale geldiğimizde de aynı beyin bölgeleri harekete geçiyor.
Oksitosin için de benzer bir durum var. Sağlıklı oksitosin seviyeleri, arkadaşlarımızla sıcak ve bağ kurmamıza yardımcı olurken, yüksek oksitosin de önyargıyı körükleyebiliyor. ‘Bağlayıcı’ bir hormon olarak, sevdiğimiz insanlara karşı olumlu hislerimizi güçlendirmeye yardımcı oluyor, onlara olan sevgimizi artırıyor ancak bu da her zaman pozitif bir durum değil. Zira oksitosinin etnik merkezcilik gelişiminde rol oynadığı, yani sahip olduğumuz etnik ve kültürel gruptaki insanlara sevgimizi artırırken bizden farklı olanları daha da yabancılaştırıp itmeyi artırdığı öne sürülüyor. Yani dopamin gibi oksitosin madalyonunun da öbür yüzü var.
Aşk bir karmaşa!
Sözün özü, yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız gibi, aşkın bir ‘formülü’ var. Ancak bunca yıl geçmesine rağmen hâlâ cevapsız kalan birçok soru da mevcut. İşin karışık bölümü sadece hormonlar tarafı değil. Tadan herkes biliyor ki aşk aynı anda hem en iyi hem de en kötü; bizi sabahları neşeyle uyandıran ya da bir daha asla uyanmak istememe hissine neden olan şey olabilir. Tanımı ise aslında kişiden kişiye değişiyor.
Sonuçta, bu karmaşayı her yönüyle yaşayıp bir ‘kimya’ tutturmak kolay değil. Çoğu zaman ancak o anı yaşadığınızda, o duyguyu hissettiğinizde, o kişiyle karşılaştığınızda fark edebileceğiniz bir bütün bu. Dileyelim, herkes dönüştüren, büyüten, mutluluk dolu, efsane aşkını bulsun. Sevgililer Günü’nüz kutlu olsun!