Sabahları yataktan dinlenmiş, misler gibi bir güzellik uykusundan uyanmışçasına kalkanlara imreniyorum.
Son yedi senedir! Çocuklarım dünyaya gelene kadar -açıkçası hatırlamıyorum bile artık ama- muhtemelen
ben de öyle başlıyordum güne. Son yıllarda yataktan kalkışım daha çok şöyle oluyor: Üzerimdeki kol ve/veya bacakları usulca kenara bırakma, büyük ihtimalle sol kulağımı hâlâ tutmakta olan minik elden kurtulma ve “Bugün de sıkışık trafikte kilitli kaldım!” diye söylenerek odadan çıkma…

Yatsan
Standart çift kişilik yatağımızda toplam dört kişiyiz: Eşim, 6.5 yaşındaki oğlum (son üç senedir nihayet kendi yatağında yatsa da gece 3 gibi yanımıza sokuluyor), 2.5 yaşındaki kızım (kendi yatağında uyuma dönemi çok kısa sürdü) ve ben. Çoğunlukla üçü de benden önce uyuduğu için gece yatağın ‘bana ait’ sağ köşesinde bulabildiğim yaklaşık 30 santimetre enindeki alanda uyumaya çalışan ben…
O kadar da gaddar bir anne değilim elbette; çocuklarımın yumuş yanaklarını, masum uyku anlarında minik minik öpmek, onlara sarılıp mis kokularını içime çekerek uyumak benzersiz hisler. Ama bu yazı bunlardan bahsetmeyecek. Bu, her gece kendimi trafikte sıkışmış ya da metrobüs kalabalığında hareketsiz kalmış gibi hissetmeme sebep olan ‘beceremediğim’ uyku eğitimi maceralarımın yazısı…

Yatır-kaldır-sakinleştir-yatır-kaldır…

Oğlum üç aylıktı. Beslenmeden uykuya, sosyalleşmeden duygu farkındalığına; çocuk gelişimine dair elime geçen, yeni nesil teori ve deneyimleri içeren her şeyi delice yutuyordum. Uyku mühimdi. Tabii ki çocuğumu senelerce yanımda yatırmak gibi bir ‘eski kafalılık’ yapmayacaktım.
Zaten ilk aylarda yanımızdaki sepette uyuyordu, üç saatte bir emzirip güzelce yerine bırakıyordum (tamam, sık sık o mememdeyken benim de sızdığım oldu ama neyse)… O günlerde, 1.5 yaşındaki oğlunun yanlarında uyuduğundan bahseden arkadaşıma, “Uyku eğitimi vermediniz mi?” diye tatlı tatlı sorduğum anı hatırlıyorum. O ne bilmişlikmiş meğer!
Oğlumu, dört aylık olduğunda müthiş bir özgüvenle kendi odasına, bebek karyolasına aldım. Teoride her şey kafamdaki yerini bulmuştu. Tabii ki çocuk doktorumuzun “Yatağına bırakın, ağlar ağlar, sonunda kendi uyur” diye özetlediği ‘uyku eğitimi’ yöntemini derhal reddettim.
Uyku eğitiminde kültleşmiş isimlerden Tracy Hogg’un ‘yatır-kaldır’ yöntemi vardı mesela onun yerine. Bebeği yatağına usulca bırakıp, ‘pınpınlandığı’ anda kucağa alıp, sakinleştirip tekrar yerine bırakmak.
Okuduğum onlarca kitap sayfasına, bir o kadar blog yazısına, Facebook’taki bilumum anne topluluğundaki yüzlerce deneyim aktarımına, hamile yogasından 11 kadın arkadaşımla kurduğumuz WhatsApp grubundaki tavsiyelere kulak vererek denemeye başladım: Yatır-ağladı-kaldır-sakinleştir-sustu-yatır-ağladı-kaldır-kucağa al-sakinleştir…
Bu döngünün insani sabır sınırlarını zorlayacak kadar uzun olacağını biliyordum; derin nefesler alıp “Başaracağım” diyordum içimden. Olmadı…

Bir saat boyunca ‘şşş-pat’ yapmayı denediniz mi?

Oğlumun uykuya dalması minimum 1.5 saat sürüyordu (Dört sene kadar böyle devam etti). WhatsApp grubundaki anne arkadaşlarımdan, kulağa daha cazip gelen bir teknik duymuştum, hemen onu da kaynaklardan okudum, yalayıp yuttum: Kim West yöntemi.
Bu, Tracy Hogg’dan bir parça daha az yorucuydu. Yine teoride elbette… Karyolanın yanına bir sandalye yerleştirdim. Ellerini parmaklıkların arasından uzatıp (zavallı kolum!) oğlumu güzel güzel seviyor (hormonlarımın patlama yaptığı günlerde sık sık ağlayarak, zaman içindeyse gözyaşı dökmeden söylediğim şarkım, Ezginin Günlüğü’nden ‘Kalbimdeki Deniz’ eşliğinde), uykuya dalar gibi olunca elimi usulca çekip yanında sessizce bekliyordum.
Yöntem sandalyenin (ve benim tabii) birkaç akşamda bir, aşama aşama karyoladan uzaklaşmamı öngörüyordu. Öyle ki bir gün gelecek ve kendimi oğlumun odasının kapısının dışında bulacaktım. Kapıyı usulca çekip salona, bana, sadece bana ait olacak özgür saatlere kavuşacaktım… Olmadı…
‘Şşş-pat’ yöntemini de denedim. Bir saat boyunca dilinizle ‘şşş’ sesi çıkarıp bir yandan da elinizle minik bir bedene ufak ufak ‘pat pat’ yapmayı deneyin. Ne tür bir sınav olduğunu anlarsınız. Ben yaptım, bir işe yaramadı…

Alacağın olsun Tavşan Roger!

Tüm bunlar olurken uyku oyuncağı, uyku rutini (her akşam aynı saatte ılık banyo, organik yağlarla masaj, emzirme ve aynı saatte yatağa gidiş…), Spotify’dan sakinleştirici uyku müzikleri, dünyanın dört bir yanından ninniler gibi ‘uyku destekleri’nin tamamını da iki buçuk sene boyunca döndüre döndüre denedim.
Oğlum 3 yaş civarındayken; dünya çapında satış rekorları kırmış, uykusuz anneler ve çocukları için mucizeler yarattığı iddia edilen bir hikâye kitabından haberdar olup hızla sipariş ettim: ‘Uyumak İsteyen Tavşan’.
Hayatım boyunca hiçbir kitabın -kendi yazdığım dahil- gelmesini böyle büyük heyecanla beklememişimdir. İsveçli psikolog ve dilbilimci Carl-Johan Forssén Ehrlin’in psikolojik bir teknikle yazdığı kitap bir türlü uyuyamayan bir tavşanla bu konuda yardım aldığı arkadaşlarının hikâyesini ve ebeveyne sunulan okuma talimatlarını içeriyordu.
Kitabı tam da tarif edildiği şekilde okudum, defalarca… Vurgulanan belli kelimeleri yavaşça ve sakince seslendirerek, belli noktalarda söylendiği gibi esneyerek, durarak… Her nedense, duyduğum onca yöntem arasında en çok Tavşan Roger’a bel bağlamıştım. Olmadı…

Memem olmadan asla!

Biz eşimle beraber; denenmiş, ispatlanmış, muhtemelen milyarlarca anne baba tarafından başarılmış yöntemler arasında saç baş yolarken oğlum tek bir şey istiyordu: Uykuya dalana kadar (söylemiştim, 1.5 saat) mememin ağzında durması (yoo, süt emmekten değil, mememin ağzında durmasından bahsediyorum). Uykuya daldıktan sonra mememi en başarılı cerrahı bile kıskandıracak bir titizlikle ağzından çıkarıp, değme akrobatlara taş çıkaracak hareketlerle odamdan (kendi odamdan, kendi yatağımdan tabii ki; bu son derece özgün yöntemim oğlumun değil benim yatağımda uygulanabiliyordu çünkü ancak) uzaklaşıyordum.
Oğlum memeyi 19 aylıkken kendiliğinden bıraktı (bu konuda kendisini ne kadar takdir etsem az!). Ben ve memelerim ortalıkta yokken eşim oğlumuzu kitaplar okuyarak, benim gibi yanında uzanarak uyuttu. Bebeğimiz onunlayken de hep aynı sürede daldı uykuya: 1.5 saat.
Tüm o erken çocukluk çağı boyunca oğlumu en azından aynı saatlerde yatağa sokmaya çalıştım ama ister 8’de ister 10’da girsin yatağa, uykuya dalma süresi 1.5 saatin altına neredeyse hiç inmedi. Annem, onda kaldığımız akşamlarda “Hadi, uyku saati geldi”lerime her seferinde “Baksana şuna, uyuyacak göz var mı bu çocukta!” diye karşılık verdi. “Ama uyaranlar, ışık, ses, televizyon falan…” çıkışlarım genelde “Amaan, bu gece de uyumasın erkenden”le kesildi. Erkenden?
Oğlum hiç ‘erkenden’ uyumadı. 2 yaşından itibaren her gece babasıyla dönüşümlü üç kitap okuduk; üstüne masal istedi, anlattık. Dalması için yanında bekledik. Bir gece saydım, uyumadan önce tam 75 kere “Anne” dedi. Uykuya hep 1.5 saatte daldı. 3 yaş civarı kendi yatağına geçti ama hâlâ gecenin bir noktasında kalkıp yanımıza geliyor.

Kızımın uyku arkadaşı: Kulaklarımız

Neyse ki uyku saatini 21.30’a çekmeyi, uykuya dalma sürecini tek kitaba ve dalana kadar yanında 10 dakikacık bekleme rutinine indirmeyi başardık. Bizde bir aile geleneğine dönüşeceği belli olan ‘1.5 saatte uykuya dalma’ alışkanlığını ise kız kardeşine devretti oğlum.
Kızım bugün 2.5 yaşında. Onda hiçbir uyku yöntemini denemedim. Uyku arkadaşı almadım. ‘Uyumak isteyen tavşan’dan bihaber (yine de düşündüm de Tavşan Roger’a bir şans daha verebilirim)… İlk ebeveynlik deneyimimde şiddetle karşı olduğum emzikle kızımı hızla tanıştırdım (birkaç ay öncesine kadar emziksiz uyumuyordu, usulca vedalaştırdık).
Ama o da zaten kendi uyku alışkanlığıyla gelmişti: Elini başlarda yanındakinin gözüne, sonra saçlarına, şimdilerdeyse kulağına uzatıp çekiştirmek. Kulağımı sakınmayı başardığım nadir anlarda son çare kendi kulağını tutuyor. Ona da Yeni Türkü’den ‘Günebakan’ı söylüyorum. Ama pek işlemiyor. Belki de sesim kötü olduğundandır.
Bu yolu, sabreden dervişlerin izinde yürüyorum. Birkaç sene sonra ben de iki çocuğu da gecenin sonuna yaklaşmadan kendi yataklarında mışıl mışıl uyumuş olan, çayını demleyip TV’deki dizisinin yeni bölümüne vakitlice yetişen, sabahları bebekler gibi dinlenmiş uyanacak yetişkinler arasına katılacağım.