Türkiye’nin ilk uyku uzmanlarından Prof. Dr. Hakan Kaynak, uyku bozukluklarının ve genetik olarak gelen uyku tiplerinin, toplumsal hayatın ve iş yaşamının düzenlenmesinde öncelikli olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. 18 Mart Dünya Uyku Günü vesilesiyle, 1990’dan beri uyku üzerine çalışan Kaynak’a merak ettiklerimizi sorduk…

Yatsan

Prof. Dr. Hakan Kaynak, Türkiye’de ilgisini ve mesaisini ‘uyku’ya erken bir dönemde yönelten hekimlerden. 1985’te Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde, nöroloji bölümünde uzmanlık eğitimi alırken, klinikte uyku üzerine çalışan hocalarının da yönlendirmesiyle bu alana yönelmiş. 1990’da Fransa Montpellier Üniversitesi, Nöroloji Kliniği, Uyku Laboratuvarı’ndan aldığı eğitim ve ‘Uyanıklık ve Uyku Bozuklukları’ diploması, kendi deyişiyle uyku konusuna bakışını değiştirmiş:

“Uykunun apayrı bir alan olduğunu; ne nörolojinin, ne göğüs hastalıklarının ne de KBB’nin (kulak-burun-boğaz) alanı olabileceğini orada öğrendim. Bir uyku doktorunun hastaya sadece nörolog, sadece psikiyatr gibi değil; daha geniş çaplı, bu alanların uykuyla ilgili bozukluklarını, ilişkilerini bilen bir hekim olarak yaklaşması gerektiğini düşündüm.”

Uyku, üzerine konuşulabilecek sonsuz uzantısı olan bir konu. 1992’de faaliyete geçen Türk Uyku Araştırmaları Derneği’nin kurucularından ve eski başkanlarından, ayrıca uyku bozuklukları üzerine çalışan bir merkezin de kurucusu olan Kaynak’a merak ettiğim konuları sormadan önce ondan kişisel öyküsünü de kısaca dinledim. Ömrümüzün üçte birini geçirdiğimiz uykunun çok yakın bir zamana kadar nasıl da hafife alındığından bahsetti:

“Bazı hocalarım ‘Ne bununla uğraşıyorsun?’ derdi. Rahmetli bir KBB’ci hocam ‘Mutlu erkek horlar, sen niye bunları düzeltmeye çalışıyorsun?’ derdi. Video, ses kayıtları, bilgisayarlı aletler yok o zaman. Kâğıtlara not alıyorduk. Hasta sabaha kadar çılgınlar gibi horluyor, duvarlar titriyor ama sabah kalktığında horladığına ikna edemiyorsunuz. Zor dönemlerdi, kliniklerin kenar köşesine atılıyorduk…”

Uyku apnesi hastalarının özel bir yüz yapısı vardır

  • En sık dillendirilen uyku rahatsızlığı ‘uykusuzluk çekmek’. “Uyuyamıyorum” der insanlar, uyku ilacı alır. Peki diğer uyku hastalıklarının ne kadar farkındayız?

Mesela huzursuz bacak sendromundan bahsedebiliriz: Uyku sırasında periyodik bacak hareketleri şeklinde, mikro uyanıklıklar yaparak sizi gecede 150-200 defa uyandırır. Uyuduğunuzu hissedemezsiniz. Uyuyamıyormuşsunuz gibi gelir, oysa kayıtlara baktığımızda uyumuştur hasta. Ama o kadar çok sık uyanmıştır ki uyuduğunu anlamamıştır. Huzursuz bacak, sirkadiyen ritimle ilişkisi olan, akşam 8’de başlayıp sabah 4’te biten, dolaşırken hiçbir şey olmayan ama oturunca ya da yatınca başlayan bir hastalıktır. Çok tipiktir, aklınıza gelirse kolaylıkla teşhis koyabilirsiniz. Ama çoğu kez ‘varis’ diye tedavi edilir. Uyku hastalıkları o kadar zor teşhis edilir ki… Teşhislerinin zor olduğundan değildir bu, aslında bilen bir hekim için uyku hastasını teşhis etmek için muayeneye bile gerek yoktur. Ben çoğu hastayı asansörde, plajda, lokantada, hastane koridorunda görüp uyarıyorum.

  • Nasıl fark ediyorsunuz?

Uyku apnesi hastalarının özel bir yüz yapısı vardır, örneğin. Çene geriye doğrudur, üst dişler öndedir. Boyun kalın ve yüz-yanak mesafesi uzundur. Kaşların üstünde uyku haline bağlı çıkıntılar vardır. Gördüğünüz zaman çok kolay tanıyabileceğiniz bir yüz ifadesidir.

Yatsan

İki tip insan var: Uykusuzlar ve uykucular 

  • Bir yanda uykusuzlar var, öbür yanda uyanamayanlar. Bu dengesizlik nasıl oluyor?

İnsanları genetik olarak ikiye ayırıyoruz: Uykuya eğilimli olanlarla uyanıklığa eğilimli insanlar. Uyanıklığa eğilimli olanlar az uyur, uykuyu çok sevmez, uyandığında yatakta kalmaz. Uyumak onlar için olsa da olur, olmasa da olur bir şeydir. Çok sık uykuları kaçar. Ve az uyurlar. Bir de uyumayı çok seven, yataktan çıkmayan uykucu tipler vardır. Uykusuzluk, bu ikinci grupta hiç olmuyor. Ama öbürlerinde; hayatlarının bir döneminde uykusuzluk yaşadıklarında, psikolojik olarak da yatkınlıkları varsa, biraz titiz, mükemmeliyetçi, obsesiflerse ya da korkuları, kaygıları varsa “Uyuyamayacağım” endişesi oluşuyor. O uyuyamadıkları dönem ciddi iz bırakıyor. Bir gece uyuyamıyor, ikinci gece uyuyamıyor, bir müddet sonra “Eyvah, ne olacak benim sonum?” durumuna geliyor. İlaç almaya, özel önlemlere başlıyorlar.

Halbuki uyku spontandır, insan normal zamanlarda kaçta yatağa gittiğine bakmaz, baksa bile önemsemez. Ama uykusuzluk yaşamaya başladığınızda artık gözünüz saatte olur. Çay-kahve içmezsiniz, özel yemekler ararsınız. Işıklar kapanır, sesler azaltılır, komşunun kedisinin sesi bile rahatsız etmeye başlar. Eşinin horlaması, kıpırdaması… Hepsi rahatsızlık verir.

Uykusuzluğun da 11-12 sebebi vardır. Sebep bazen uyku ilaçlarıdır, bazen alkoldür, bazen huzursuz bacaktır. Bazen de psikolojik yapımızdır. Mükemmeliyetçi, obsesif tipteki insanlar ‘uyumaya çalıştıkları’ için uyuyamazlar. Psikofizyolojik uykusuzluk dediğimiz uykusuzluktur bu… Şartlanmaya bağlı bir uykusuzluk.

Trafikte uyku hastalığı da alkol gibi kontrol edilmeli

  • Kaç çeşit uyku bozukluğu var?

90’a yakın. Ayrıca uyku hastalıkları o kadar yaygındır ki… Toplumda yüzde 4 oranında uyku apnesi, yüzde 3.5-4 oranında da huzursuz bacak sendromu var. Uyku konusuna popüler anlamda çok ilgi vardır ama bir trafik kazası olduğunda “Bu adamın uykusuyla ilgili neyi vardı?” diye sorulmaz. Uyku hastalığı olan insanların ehliyet alması mümkün mü yoksa göz ardı edildiği için mi alıyorlar? Alkol, trafikte daima kontrol edilirken uyku hastalıkları göz ardı ediliyor. Oysa 0.5 promil seviyesinde alkollü olmak, 17 saatlik uykusuzluğa denktir. Sabah 7’de kalktıysanız, gece 12’de araba kullandığınızdaki performans düzeyiniz, 0.5 promillik alkolle aynı düzeydedir. Ona izin vermiyorsak, buna da izin vermememiz gerekir.

  • İnsanların uyku alışkanlıkları da baykuş ve tavuk tipi arasında değişiyor. Bu genetik bir özellik mi?

Uyku parmak izi gibidir; doğduğumuzda genetik olarak her şey bellidir. Baykuş ve tavuk dediğimiz ekstrem uçlar, araları da var. Esasen her hücremizin bir saati var. Biz uykudan bahsediyoruz ama sindirimle ilgili hücreler de kendilerine has bir ritim içinde çalışır. O nedenle akşam yemek yediğinizde, bir kalorilik yeseniz iki kalori alırsınız.

İş yerlerine uyku eğitimi verilmeli

  • Siz siestanın öneminden bahsediyorsunuz. Bizde ‘kestirmek, şekerleme yapmak’ kültürel olarak vardır ama biraz da ‘tembellik’ olarak görülür. Öte yandan mesela Japonya’da bazı şirketlerde ‘uyku odaları’ var…

Kurumsal olarak bunu yapan ülkeler, şirketler var. İş yerlerindeki uyku düzenlemeleri yüzde 25’lik bir ekonomik katkı getiriyor. Yöneticilere ve çalışanlara uykunun ne olduğunu anlatıyorlar önce. 40 yaş ortalamasında, beş erkekten birinde uyku apnesi vardır. İş yerinde uykuyu anlatıp da uyku apnesinin belirtilerini saydığınızda, zorluk çeken ve etrafını negatif etkileyen birini düzeltmiş oluyorsunuz. Uyku apnesi olan bir patronu düşünün: Sinirli, sürekli bağırıp çağırıyor, işi bitiremiyor, yerinde de oturamıyor, ha bire çay-kahve içiyor. Arada kestirme ihtiyacı duyuyor. Bunun tanınıp tedavi edilmesi, o iş yerine çok büyük bir artı getiriyor.

Yatsan

  • İş yerleri bunu ayrımcılık olarak da kullanabilir mi? “Uyku hastalığı var, işe almayalım” gibi…

Tam tersi de olabilir… Gece bekçisi alırken gidip tavuk tipi birini almaz. Mesela tavuk tipi birini havacılık sektöründe gece uçuşuna koymak çok risklidir. Onun yerine niye bir baykuş tipi alınmasın ki? Vardiyalı çalışmayı düzenli bir hale getirmek de mümkün. Vardiyalı düzende ritminize aykırı çalışmak önce kilo almanıza sebep oluyor, sonra kansere kadar gidiyor iş. Çok sağlıksız. Kişinin uyku ritmine göre vardiya düzenlemekte çok büyük fayda var.

  • Bireysel olarak da bilinçlenmek gerekiyor o halde. “Uyku tipim bu, şu işe daha uygunum” gibi.

Bireysel olarak bilinçlenmek de yöneticilerin bilinçlenmesi de önemli. Üç günlük vardiyalar mı yapalım, tek günlük vardiyalar mı yapalım, yoksa vardiyaları ayda bir mi değiştirelim? Çok anahtar sorular. Bunu yaptığınızda vardiyalı çalışanlara minimum zarar vermiş olursunuz. Veriminiz de artar. Kazaların çoğu uyku saatlerinde oluyor. O uyku saatlerinde mola koymak lazım.

Siesta verimi artırır

  • Siesta meselesine dönersek…

Gün içinde iki defa uykuya, iki defa da uyanıklığa eğimli hale geliriz. Siesta dediğimiz saat, uykunun en yoğun olduğu saattir. Dolayısıyla verimsiz geçecek bir zamandır. Çok kızarım; kongrelerde saat 12’de yemek molası verilir, “13.30’da gelin, devam ediyoruz” denir. O sunumu kimse dinlemez! Bunu yemeğe de bağlamamak lazım. Biyolojik saatinizle ilgili. Bu verimsiz saatlerde iş yapmak doğru değildir, o saatte uyumak lazım. Uyku, beyinde biriken bir maddedir. Uyanıklıkla birikiyor. Uykuyla ise çok çabuk sıfırlanıyor. Yani beş dakika uyuduğunuzda, o uyku veren maddeyi sıfırlamış oluyorsunuz. Dolayısıyla oradaki saatleri çok verimli geçiriyorsunuz. Gece daha geç yatabiliyorsunuz. Öğleden sonra uyuduğunuz 10 dakikalık uyku, gece uykunuzdan yarım saat kısıtlamanızı sağlıyor. Hiçbir negatif etkisi olmadan. Çok kazançlı bir iş. Tabii 10 dakikayı geçirmemek lazım, çünkü uyku derinleşirse bu kez uyanıklığa adaptasyonunuz bozulur.

  • Eskimeyecek bir soru: Uyku kalitesi açısından çiftlerin birlikte uyuması mı yoksa ayrı ayrı uyuması mı daha sağlıklıdır?

Normal şartlarda birisiyle yatmak uykunun kalitesini bozar. Çünkü partneriniz her hareket ettiğinde -normal bir insan gecede 30 defa hareket eder- bu, sizde de bir mikro uyanıklık yapar. Dolayısıyla birisiyle yatmak uykunuzun kalitesini bozar. Partnerinizin uyku hastalığı varsa durum çok daha rahatsız edici olur. Ama olayın psikolojik tarafıyla ilgilenenler, biriyle yatmanın duygusal getirisinin uykuyu bozucu etkisine göre çok daha fazla olduğunu söylüyor. İlişkinize bağlı… Yoruma açık. Ben kimsenin bir başkasının uykusunu bozacağını zannetmiyorum. Yatağınızın kalitesi bile, biriyle yatıp yatmamaktan daha etkilidir uyku kalitenizde.

  • Kültürel bir boyut da var; Batı toplumlarında eşlerin ayrı yatması sıradanken Türkiye’de yadırganır…

Türkiye’de de çok ama bunu deklare etmeden ayrı yatıyorlar. Belli bir yaştan sonra cinsel faaliyet sona erdiğinde daha kabul edilebilir oluyor. Ama ondan önce, sırf bu nedenle uykusu kaçan insanlar var. Eşiyle yatmak istemiyor; çatışmaları, kaygıları var. Bu nedenle yatağa gitmiyor. Ve uykusuzluk başlıyor. Doktor reçete olarak “Eşinle yatma” dediği zaman her şey çözülüyor.