Yatak odasından koca imparatorlukları idare eden krallar, yatağın yosun dolu çuvallardan USB girişleriyle donatılmış akıllı tasarımlara uzanan yolculuğu, altın yatakla sonsuzluğa uğurlanan firavunlar, özel yatak odalarında ama yüzlerce kişinin gözü önünde gerçekleşen doğumlar, zenginlik göstergesi şatafatlı yataklar… Antropoloji profesörü Brian Fagan ile arkeolog Nadia Durrani’nin müthiş incelikli, derinlikli ve okuması pek zevkli çalışması ‘Yatakta Neler Yaptık?/Yatay Bir Tarih’ hayatımızın üçte birini geçirdiğimiz yataklar üzerine, baş döndürücü bir yolculuğa çıkarıyor.

Yatsan

Yatakları arkeolojik eserler olarak ele alan bir araştırma niyetiyle çıkılan bir yol bu. İki bilim insanı bu yolda, yatağın tarihine dair çarpıcı detaylar içeren ayrı bir çalışmaya uzanmış. Türkçeye Ceren Demirdöğdü tarafından kazandırılan ve Tellekt Kitap etiketiyle yayımlanan kitap; modern dünyamızda mahremiyet anlayışının güçlü kalelerinden olan yatağın ve yatak odasının insanlık tarihi boyunca ne kadar farklı amaca hizmet ettiğini gösteriyor, her şeyden önce. Okudukça görüyoruz ki; yatak ve bulunduğu mekân(lar) çok uzun yüzyıllar boyunca adeta kamusal bir alan olarak var olmuş. Yatak odalarının günümüzden en fazla 200 sene kadar önce kişilere/aileye özel alanlar haline geldiğini, Sanayi Devrimi’ne kadar yatakların, yazarların tabiriyle ‘hayat tiyatrosunun bir sahnesi’ olduğunu okura çoğu yerde “Vay be!” dedirtecek örneklerle ve sıkı bir kaynakça eşliğinde aktarıyor kitap.

10 bölümden oluşan çalışma yatağın tarih boyunca farklı coğrafyalar, kültürler, sosyoekonomik sınıflar içinde hem fiziki bir nesne olarak dönüşümünü hem de uykunun ve yatağın farklılaşan işlevlerini, anlamlarını ele alıyor. Çok sayıda arkeolojik bulguya, araştırmaya, makaleye, akademik çalışmaya dayanan bilgiler eşliğinde kitap boyunca insanlık tarihine ‘yatak ve uyku’ teması üzerinden bakıyoruz. İlk modern uyku hapından Sanayi Devrimi öncesinin ‘normali’ olan iki fazlı uyku düzenine, farklı kültürlerde seks, doğum, ölüm gibi hayati mevzulara dair kurallara, ritüellere, inanış ve yasaklara değinen, geniş kapsamlı ve hayli zihin açıcı bir çalışma elimizdeki.

Okurken fosforlu kalemimi elimden düşüremedim, ‘altını çizdiklerimden’ küçük bir derleme yapmak istedim.

Yatsan

Uyuyup uyanalım, sonra tekrar uyuruz!

* M.Ö. 1’inci yüzyıla tarihlenen bazı Latince metinlerin yanı sıra Ortaçağ metinlerinin bir kısmında da rastlanan ‘bölünmüş uyku düzeni’ notlarına göre, dünyanın bazı yerlerinde atalarımız akşamın erken saatlerinde ‘ilk uyku’larına yatıyorlardı. Bir süre sonra kalkıp uyanık olarak vakit geçiriyor ve gece yarısından sonraki ilk saatlerinde tekrar yatağa geçiyorlardı. Geceleri iki uyku arasında uyanık kalınan süreye İngilizcede ‘nöbet saati’ deniyordu. Bu saatlerde insanlar rüyaları üzerine düşünüyor, tütün içiyor, yemek yiyor, sevişiyor ya da dini görevlerini yerine getiriyordu. 17’nci yüzyıl düşünürlerinden John Locke’a göre iki fazlı uyku hayat akışının doğal bir parçasıydı.

* İlk modern uyku hapı ‘Veronal’ 1903’te geliştirildi. 1930’a gelindiğinde bu sentetik maddenin ABD’deki toplam kullanımı yıllık 1 milyar doza ulaşmıştı. 2014 yılında uyku ilaçları için dünya çapında yapılan harcamanın 58 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Öte yandan MS 253-260 döneminde saltanat sürmüş Roma İmparatoru Publius Licinius Valerianus, kendi adıyla anılan ‘valerian’ (kedi otu bitkisinden yapılmış, uyku veren bir karışım) bağımlısıydı. Keza afyon da tarihte en çok rağbet gören ‘uyutucu’ maddelerdendi…

* Modern dönem öncesi Avrupa toplumlarında yatak evin en makbul, en pahalı mobilyasıydı. Yatak almak demek, büyük bir yatırım yapmak demekti. İnsanların evlerinde fazladan bir yatak barındırmaları büyük bir lükstü. 17’nci yüzyılın Londralı günlük yazarı Samuel Pepys şöyle bir cümle kurmuştu: “Arkadaşlarıma ayırabileceğim fazladan bir yatağım olduğu için ne kadar gururlansam azdır.”

* Eski insanlar yün, yosun, çaput gibi malzemeleri istifleyip şilte yapardı. Sanayileşmeyle birlikte fabrikalarda üretilmiş metal yaylı, demir karyolalar hayata katıldı. Yeni yataklarda bulunması gerekenler şöyle sıralanıyordu: At kılından sert bir şilte, kuş tüyünden bir şilte, alt ve üst çarşaflar, üç ya da dört battaniye, kaz tüyünden bir yatak örtüsü, yastıklar ve yastık kılıfları.

* Ortaçağ Avrupa’sında sıradan insanlar ortak alanlarda, genellikle yerde ya da toprak zeminde uyuyordu. Cinsel ilişkiye olanak tanıyan alanlardan biri ahırlardı. İnsanlar sıklıkla açık havada, muhtemelen uzun otların arasında ya da bir nebze de olsa rahat edebilecekleri yerlerde sevişiyorlardı. Yalnızca ayrıcalıklı olanlar yerden yüksek yataklarda uyuma lüksüne sahipti.

 

Ölmüşlerinizi salondaki yatağına alalım…

* Tarihin büyük bir bölümünde kadınlar yatakta doğum yapmadı, yatak asıl olarak doğum sonrası iyileşme sürecinde kullanılıyordu. MÖ döneminde, ‘doğum iskemlesi’ denebilecek alçak tabureler kullanılıyor, doğumdan sonraysa kadın 30 gün boyunca dinlendiği ve topluluğun diğer üyelerinden ayrı tutulduğu yatağa geçiyordu. Zenginler için bu ahşap çerçeveli, yerden yüksek, dokuma şilteler, keten çarşaflar, yün battaniyeler, kabarık yastıklarla donatılmış yataklarken, orta hallilerin kerpiç yataklarına kamış demetleri diziliyor, en üste örgü hasır seriliyordu. Yoksul kadınlar ise dinlenmek için hasır yaygılar kullanıyordu.

* Antik Yunan toplumunda ‘kliné’ adlı sedirlere uzanarak yemek yemek seçkinlere yakışan bir davranıştı. Kısa süre sonra seçkinler ölülerini bu yataklara yatırarak defnetmeye başladı. Cenaze ‘kliné’leri Roma’nın çöküşüyle gözden düştüyse de klasik dönemi canlandırmayı seven Victoria dönemi insanları, ölmüş akrabalarını salonda sergilemek için klasik tarzda tasarlanmış ‘kliné’ler kullanmaya başladı. Dönemin soylu İngilizleri, ölen yakınlarını bir ‘uzanma koltuğunda’ sergiliyordu.

* Fransa Kralı XIV. Louis, 1715 yılında saltanat yatağında, insanların gözü önünde hayata gözlerini yumdu. Yatak, kralın hayatının merkezi gibiydi; ölümünden iki gün öncesine kadar da devlet işlerini buradan idare etti, tıpkı saltanat sürdüğü seneler boyunca olduğu gibi. Öldükten sonra sarayın bazı odaları siyah örtülerle kaplandı ama kralın cenaze heykelini yapma geleneği yerine getirilmedi. Fransız geleneğinde kralın hasırdan heykeli yapılıyor, cesedin yüzünün ve ellerinin balmumundan kalıbı çıkartılıyordu. Ve krala tıpatıp benzeyen bu heykel giydirilip ziyaretçilerini kabul etmesi için saltanat yatağına yerleştiriliyordu. Bu cansız heykel yemeğe bile katılıyordu! Fakat XIV. Louis’nin babası XIII. Louis 1622’de bu geleneği sonlandırmıştı.

 

Şuraya bir yatak ser hancı, 12 kişilik olsun!

* Londra’nın kuzeyindeki Ware kasabasında bir hancı, 1600’lü yıllarda, maceraperest gezginler için sıra dışı bir yatak hazırladı: Tam 12 gezginin aynı anda yatabileceği devasa bir yatak. ‘Büyük Yatak’ adını verdiği yatağı ilk kayda geçen Alman Prens Ludwig olmuştu. Günlüğüne şöyle not edecekti Ludwig: “Dört çift yatar bu yatakta yan yana/birbirine değmeden rahatça.” Eni ve boyu 3’er metrenin üzerinde olan yatak 2.5 metre yüksekliğinde, 640 kilo ağırlığındaydı. ‘Büyük Yatak’ bugün Londra’daki Victoria and Albert Museum’da sergileniyor. Devasa yataklara bir diğer örnek ise 1430 yılında Burgonya Dükü Philip’le Portekiz Prensesi Isabella’nın düğünü için özel olarak yapılan yataktı: Boyu 5.79, eni 3.8 metre olan yatak, Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi.

* Kraliçe I. Elizabeth’in yatağı, sarayın merkezi gibiydi. Kraliçenin nadide kumaşlarla donatılmış, parlak renklere boyanmış bir sürü yatağı vardı. Kraliçe saray saray gezmeye çıktığında, en iyi yatağını da yanında götürürdü. Bu yatağın oymalı ahşap çerçevesi özenle boyanmış, altın varaklarla süslenmişti. Karyola etekleri gümüş işlemeli kadifedendi. Kırmızı satenle kaplı yatak başlığını ise egzotik devekuşu tüyleri süslüyordu.

Yatsan

Churchıll’ın ‘çalışma yatağı’

* Winston Churchill, İkinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere’yi dağınık yatağından yönetmişti. Yatak odasında tam bir keşmekeşin hüküm sürdüğünü, bu odada uzun saatler geçirmiş olan İngiliz ordusunun başı Mareşal Lord Alanbrooke’un notlarından öğreniyoruz: “Yatağın üstü kâğıtlarla, telgraflarla kaplanmıştı. Bazen kahvaltı tepsisi servis masasının üzerinde öylece kalmış olurdu…”

* Victoria döneminde yatak yapmak ev içi emeğin en meşakkatli kollarındandı. Ev idaresi konusunda dönemin otoritesi sayılan Isabella Beeton, hizmetçilerin yapması gerekenleri şu şekilde sıralıyordu: “Yatak odası temizlenmeden önce kadife kaplı koltuklar dışarı çıkarılmalı, aksi takdirde kadife döşeme tozlanıp zarar görebilir. Hizmetçi yatağı yatak sahibinin zevkine uygun biçimde hazırlamalı, bunu yaparken yatağı silkelemeyi, dövmeyi, tersine çevirmeyi ihmal etmemeli. Kuş tüyü şilteden dışarı fırlayan tüyler tekrar şiltenin içine itilmeli. Çarşaf takımları serildikten sonra en üste yatak örtüsü örtülmeli, örtünün zarif kıvrımlarının yere doğru sarkması sağlanmalı. Bu işi telaşa ve aceleye mahal vermeyecek şekilde dikkatle planlamalı.”