Yaşadığımız yangın felaketiyle anlamlarını ve kıymetlerini acıyla kavrarken, ağaçlarla yeniden bağ kurma vaktidir!
Ağaçlar, biz yokken orada durup tarihi, dünyayı seyrediyorlardı. Ağaçların ömrü insanların ortalama beş katı; 8 bin yıldır yaşayanları bile var. Bizim saniyesinde, dakikasında hayatlarımız değişiyor ama onların yapraklarını açması, yeni dallar çıkarması aylar sürüyor.
‘Ağaçların Gizli Yaşamı’ kitabında Peter Wohlleben, şehirlerde uzak kaldığımız doğaya, ağaçlara bizi yeniden bakmaya davet ediyor. İnsan doğaya olan bağlılığını en çok da doğa zarar gördüğünde anlıyor ne yazık ki. Gelin, ağaçlara Wohlleben’in rehberliğinde yeni bir gözle bakalım.
Oksijen duşu nedir?
Ağaçlar yazın her gün havaya 1 kilometrekare, orman başına yaklaşık 10 bin kilo oksijen salıyor. Bir insan, günde 1 kilo kadar oksijen tüketiyor. “Ormanda yapılan her yürüyüş, oksijen duşu almak gibidir” diyor Wohlleben.
Koreli bilim insanları, kadınları ormanlar ve kentsel alanlarda yürürken izledikleri bir araştırma yapmışlar. Sonuçta, kadınlar ormanda yürürken kan basınçları, akciğer kapasiteleri ve atardamarlarının esnekliği artmış; aynı süredeki yürüyüşler şehirde yapıldığında bu değişimlerden hiçbiri gözlenmemiş. Japonya’da uzun yıllardan beri, sağlık ve terapi amaçlı orman yürüyüşleri yapılıyor. İsmi ise ‘Orman Banyosu’ (Shinrin-Yoku). Bu orman banyoları sadece ruhumuzu iyileştirmiyor; kalp sağlığına, ciğerlere de iyi geliyor.
Ağaçların altında hava çok daha temiz. Çünkü dev hava süzgeçleri gibi işlev görüyorlar. Yaprakları ve iğneleri, esintilerle gelen büyük ve küçük partikülleri havada yakalıyor. Söğüt ağacının kabuğundan yapılan çayların baş ağrılarını dindirme ve ateş düşürme etkisi var. Evet, bildiğiniz şey doğru. Söğüt, aspirinin hammaddesi…
Ağaçların bize sağladıkları bu kadarla da sınırlı değil. Bir ağaç, bir binayı tamamen güneş altındaki bir binaya oranla 10 derece daha serin tutabiliyor.
Ormanlar neden yanıyor?
Hepimiz bilgi kirliliğine boğulduk ancak içinden geçtiğimiz süreç, dezenformasyonu da bilgi kadar yayan bir süreç. Gelelim o yakıcı soruya: Ormanlar neden yanıyor?
Birinci sebep, elbette ki bilgisizlik, dikkatsizlik ve ihmal. Ormanlar, aslında biz onların alanına girdikçe yanıyorlar. Elbette kuraklık da bu ihtimali güçlendiriyor. Ormanların kendi dengesi, düzeni var. Küçücük bir mantardan yabani bir ota kadar her şey tıkır tıkır işliyor. Biz koca şehirlere sığamadıkça, ormanların alanına girdik. Halbuki ormanda hışırtılar bile dengeli; ağaçlar birbirlerine büyümeleri için alan açarken, bir zürafanın bir yaprağını ısırmasını dahi algılayıp komşularına haber verirken, insanlar olarak biz öngörülmesi imkânsız zararlar veriyoruz. Ne kadar büyük olursa olsun, aşkımız bir ağacın gövdesine baş harflerimizi kazımak için küçük! Ağaçlar çöplerimizi hak etmeyecek kadar önemliler! Ateşi, yanmayı hele; hiç…
Ağaçların susuz kaldıklarında çığlık atmaya başladıklarını anlatıyor Wohlleben. Köklerden yapraklara su akışı kesildiğinde gövdelerinde titreşimler meydana geliyor. Ormanda birbirleriyle kökleri aracılığıyla konuşuyorlar:
“Kayın, ladin ve meşe, bir canlı türü kendisini kemirmeye başlar başlamaz acıyı algılar. Bir tırtıl bir yapraktan sağlam bir ısırık aldığında, hasarlı bölgenin etrafındaki doku değişir. Buna ek olarak, yaprak dokusu, tıpkı zarar gören insan dokusunun yaptığı gibi, elektrik sinyalleri gönderir. Ancak bu sinyal, insanlarda olduğu gibi milisaniyeler içinde iletilmez; bitki sinyali daha ağır bir şekilde, dakikada 1 santimetre hızında ilerler.”
Biz ormanın misafiriyiz
Ağaçlar sadece darda, besinsiz olan ağaçlarla yardımlaşmayı öğretmiyor bize. Döktükleri yapraklarla toprağı besliyorlar. Toprak kuşları, ağaç reçinesi böcekleri, arıları… Sonunda bizi besliyor. Sadece Yağmur Ormanları bile 427 memeli hayvan, 1300 kuş, 378 sürüngen ve 400’den fazla amfibik türün evi.
Peter Wohlleben, bize ağaçların yanında küçücük olduğumuzu şöyle anımsatıyor: “Ne de olsa türümüz, ağaçların bulunduğu zamanın sadece yüzde 0.1’inde var olmuştur. Şimdilik ağaçların etrafında kendimizi iyi hissetmemiz yeterli olacaktır ve umarım o zaman, onların kendi vahşi hayatlarını yaşamalarına izin vermekle yetinebiliriz. Bir dünyayı paylaşıyoruz ve onlar gelişirse biz de gelişiriz.”
Gelin, bundan sonra bir ormana yolumuz düştüğünde ağaçlara daha dikkatli bakalım. Orada misafir olduğumuzun hep farkında olarak, yeniden tanışalım. İsimlerini öğrenelim, yapraklarını tanımaya çalışalım. Bunu yetiştirdiğimiz, elinden tuttuğumuz çocuklarla birlikte yapalım ki, nesiller değişsin.
Her yönüyle iklim krizini ele aldığımız yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.